Ne Mutlu TÜRKÜM Diyene !
Allah'sıza Vatan'sıza Bayrak'sıza Karşı Sancaktarız...

Çağdaş Siyasal Kuramlar


Liberalizm
Liberalizm, özgürlüğü birincil politik değer olarak ele alan bir ideoloji, politika geleneği ve düşünce akımıdır. Genel anlamda liberalizm, bireylerinifade özgürlüğüne sahip olduğu, din, devlet ve kimi zaman kurumların gücünün sınırlandırıldığı, düşüncenin serbest bir şekilde dolaştığı, özel teşebbüse olanak sağlayan bir serbest piyasa ekonomisinin olduğu, hukukun üstünlüğünü geçerli kılan şeffaf bir devlet modelini ve toplumsal hayat düzenini hedefler. Liberal demokrasi olarak adlandırılan bu devlet düzeninin, açık ve adil olduğu iddia edilen bir seçim sistemi ile birlikte tüm vatandaşların kanun önünde eşit olduğu ve fırsat eşitliğine sahip olduğu bir sistem olduğu savlanır.

Kralların doğal yönetim hakkı, veraset sistemi, devlet dini gibi eski devlet teorisini oluşturan birçok temel kabule liberalizm karşı çıkar. Tüm liberaller bireyin yaşama hakkı, özgürlüğü ve mülkiyet hakkı gibi temel insan haklarını kabul eder ve desteklerler. Bununla birlikte birçok ülkede modern liberalizm, toplumsal refahın sağlanması açısından, devletin birey özgürlüğü üzerinde minimal bir kısıtlayıcı gücü olmasını savunarak klasik liberalizmden ayrılır.

Liberalizmin kökleri batı aydınlanma sürecine dayansa da, bugün için terim sağdan sola siyasal yelpazenin farklı noktalarını kapsayan, özgürlük temelli bir düşünce çizgisini tanımlar.

Liberalizmin doğası ve kökenleri:

Etimolojisi ve tarihsel kullanımı:

Liberal kelimesi Latince liber'den (özgür) türemiştir. Livy'nin (Titus Livius) History of Rome from Its Foundation eserinde aşağı tabaka ile aristokasi arasında geçen özgürlük mücadelesi anlatılmaktadır. Orta çağın değişken ortamında uykuda olan bu mücadele özgür şehir devletlerini savunanlar ve papa taraftarları arasında İtalyan rönesans sürecinde tekrar başladı. Niccolò Machiavelli, Discourses on Livy eserinde cumhuriyet'in temellerini attı. İngiliz John Locke ve Fransız aydınlanma dönemi'nin diğer düşünürleri bu mücadeleyi insan hakları temelinde ele aldılar.

Türk Dil Kurumu sözlüğü liberal sözcüğünün Fransızca libéral 'den geldiğini belirtir ve şu anlamları verir:

  • Hürriyet ve serbestlikle ilgili.
  • Serbest ekonomiden yana olan (kimse, parti vb).
  • (mecaz) Hoşgörülü.

18. yüzyıl sonlarından itibaren liberalizm gelişmiş ülkeler için ana ideolojik akımlardan biri haline geldi.

Liberalizmde eğilimler:

Yukarıda anlatılan temel çerçeve dahilinde olmakla birlikte, liberalizm içinde derin çatışmalar ve karşıtlıklar bulunur. Bu karşıtlıklar klasik liberalizm dışında kimi farklı eğilimler oluşmasını sağladı. Birçok tartışmada karşıt taraflar farklı kavramlar için aynı sözcüğü, kimi zaman da aynı kavram için farklı sözcükleri kullanırlar. Bu makalede;

  • politik liberalizm liberal demokrasi taraftarlığı
  • kültürel liberalizm bireysel hak ve özgürlüklerin kimi devletsel ve/veya dini sebepler sebebiyle kısıtlanması karşıtlığı
  • ekonomik liberalizm devlet müdahalesine ve mülkiyetine karşı özel mülkiyet hakkı taraftarlığı
  • sosyal liberalizm fırsat eşitsizliğine karşı olarak eşitlik taraftarlığı

için kullanılmaktadır.

  • Muhafazakar liberalizm Bireysel özgürlük,serbest ekonomi girişimciliği, düşünce, din ve vicdan özgürlüğünü halkın geleneksel ,kültürel yapısı dikkate deger alınarak reformu öngören sağcı ideoloji özgürlüğüdür.
  • Modern liberalizm kavramıyla ise yukarıda listelenen saf formlardan ziyade, bugün hemen hemen tüm birinci dünya ülkelerinde görülen, bu formların bir harmanı olan liberalizm anlatılmaktadır.

Politik ve kültürel liberalizm kendini liberal olarak tanımlayan insanların çoğu tarafından benzer bir şekilde algılanıp benimsenir, fakat ekonomik ve sosyal liberalizm konusunda geniş görüş ayrılıkları ve karşıtlıklar mevcuttur.

Liberalizmin Kronolojisi:


İlk olarak Antik Yunan’da Sofistler olarak nitelendirilen filozofların fikirlerinin liberalizme benzediği söylenir. Aristo’nun Politika isimli eserinde de bu fikirlerin geçtiği rivayet ediliyor. Üçüncü olarak ortaçağda 1224–1274 yılları arasında yaşayan Aquino’lu Thomas ve ardından Timur’u Osmanlı Devleti’ne saldırtan İbn’i Haldun geliyor. Thomas Hobbes, Leviathan isimli eserinde devleti özgürlüklerin korunması ve devamı için gerekli görmüştür. O dönemde devletin varlığının meşruiyeti ve kaynağı tartışılıyordu. Ama Hobbes’un bu konudaki görüşleri kendinden öncekilerden farklı. Hobbes öncesi (bazı filozoflar hariç) devletin kaynağının Tanrı olduğu ve bu nedenle de doğal olarak devletin meşru bir yapısı olduğu düşünülüyordu. Ama Hobbes’a göre, devletin varlığının sebebi bireylerin çıkarlarının korunmasıdır. Çıkarların korunması aynı zamanda meşruiyetin de sebebidir.

John Locke, siyasî liberalizmin kurucusudur. Adam Smith ve David Hume; yasayı, mülkiyet hakkını ve özgürlük gibi kavramları korumak devletin görevidir diyor. Lord Acton ve Edward Mulke ve de bunlardan çok daha fazla etkili olan Jeremy Bentham faydacı felsefeyi ortaya atmışlardır.

NOT: Liberalizmin asıl temsilcisi Adam Smith’dir. Ama onu Fizyokratlar öncelemişlerdir.

1-) Fizyokratlar (Lesefer Liberalizmi): 18.yüzyılda gelişmiş bir akımdır. Tüketici en çok fayda, üretici en çok kar arayışındadır. _Bu anlayışta iktisat din, hukuk, örf-adet gibi değerlerden bağımsızdır. Bu açıdan meselâ uyuşturucu madde satışı da ekonomik normal bir faaliyettir. _Fizyokrasi (doğanın gücü anlamına gelir); devletlerin mal ve hizmetlerin üretim sürecine, satıldığı yere hiç karışmamasını yani ekonomik hayata müdahale etmemesini ister. _Fizyokrasi Fransız kökenlidir. Doğal düzen yanlısı iktisatçılardan oluşur. Onlara göre Yaradan üretim hayatına (ekonomiye) öyle bir düzen koymuştur ki bu düzen kendi kendine işler. Yani fizyokratlar Tanrı’ya dayanırlar. Tek vergi sistemine inanırlar, onlara göre sadece tarım sektöründen vergi alınmalıdır, diğer sektörlerden vergi alınmasını gereksiz bulurlar.

2-) Klasik Liberalizm: Klasik liberalistler “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” liberalizmidir. Devlet ekonomiye hiçbir şekilde müdahale etmemelidir. Bu akımın temsilcisi olan Adam Smith; ekonomik dengeyi sağlayan güç olarak insan çıkarlarının gücünü öngörmüştür. (Yaratıcının gücünü değil.) _Adam Smith’e göre devlet müdahale etmese de insanların çıkarlarının yönettiği ekonomi dengeye gelir. Üretimden maksimum kar, tüketimden maksimum fayda elde edilir. İşte bu dengenin arkasında kişilerin çıkarları vardır. Adam Smith bu güce “görünmeyen el” diyordu. _Demek ki Adam Smith de liberalisttir.

3-) Neo-Klasik Liberalizm: Klasikler devletin her türlü müdahalesini nefretle reddederken, neo-klasik liberalist iktisatçılar toplumsal refahın artacağı noktada devletin müdahalesini kabul ederler. Ama bu müdahale kısmî olmalıdır.

+Yani neo-klasikler müdahale edilmediği zaman yoğun negatif dışsallığı olan alanlarda devletin dışsallığı içselleştirmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

Temel ilkeleri:

Bireysellik: Bireyi esas alıp onu bütün diğer kurumlardan üstün tutan görüştür. Yani birey müşterek olan toplum, devlet gibi kurumlardan önce gelir. Hareket noktası kutsal kabul edilen bireydir. Ekonomik hayata da bu anlayış yansır. Tüm toplumsal kurumların önünde birey vardır.

Ussallık (Rasyonellik, Akılcılık) varsayımı: Bireyin amaçlarına ulaşabilmesi için kullanacağı yolları kendisinden daha iyi kimsenin bilemeyeceği düşüncesidir. Bir liberal için herkes kendi amaçları doğrultusunda rasyonel davranabilme yetisine sahiptir ve kendi mutluluğunu nasıl sağlayabileceğini başkalarından iyi bilir. Her bireysel seçim bu varsayımdan ötürü rasyonel kabul edilir ve bundan ötürü de dokunulmaz nitelik kazanır.

Özgürlük: Liberalizmin en esaslı noktalarındandır. Bireyin hür olması, istediğini baskıya maruz kalmadan yapmasıdır. Ama bu durum pür özgürlüğe de dönüşebilir. Bu tarz özgürlük negatif bir noktaya yönelmiştir.Liberalizmde bu tür pür özgürlük kabul edilmemektedir. Yani bir bireyin diğerlerinin özgürlüğünü kısıtlamaması gerekir. Libertaryenler ise işte bu negatif, pür özgürlüğü istiyorlar.

Doğal Düzen: “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler!” felsefesidir. Dünya kendi kendine gider. Bırakınız yapsınlar; devletin herhangi bir malın üretimini herhangi bir sebeple yasaklamaması gerektiği düşüncesidir.Bırakınız geçsinler ise; devletin mal ve sermaye dolaşımını herhangi bir nedenle gümrük gibi önlemlerle sınırlamaması gerekliliğidir.Bırakınız geçsinler felsefesi hem üretici hem de tüketici açısından önemlidir. Üretici daha çok para kazanırken tüketici de daha ucuza mal bulur.

Piyasa Ekonomisi: Mal ve hizmet fiyatının piyasada belirlendiği ekonomi sistemidir.

Sınırlı Sorumlu Devlet: Ekonomiye devlet müdahalesi yoksa fertler istedikleri mal ve hizmetleri üretiyorlarsa sınırlı sorumlu devlet vardır.Devlet ancak iç güvenlik, dış güvenlik, adalet, eğitim, sağlık ve alt yapı hizmetlerini görmelidir.

Tüm bunlar liberalizm sistemini oluşturur.

Bazı önemli liberal düşünürler:

MİLLİYETÇİLİK


Milliyetçilik, Ulusçuluk ya da Nasyonalizm, kendilerini birleştiren dil, tarih veya kültür bağlarından bir üstyapı oluşturabilmiş sosyal birikimlerin adı olan millet veya ulus olarak tanımlanan bir topluluğun yaşama ve ilerleme ülküsünün toplumların ve insanlığın gelişmesini sağladığına inanan görüştür.

Milliyetçilik, ulus idealine bağlılığın, evrensel ilkelere bağlılık gibi ya da bireyin hak ve özgürlükleri gibi evrensel zenginliğin artmasına katkıda bulunan sosyal soyut yapılardandır.

19. yüzyıl başlarından itibaren Avrupa'da, 20. yüzyılda ise tüm dünyada egemen siyasi düşünce tarzı olmuştur. Dünya siyasi haritası bu dönemde milliyetçilik ilkelerine göre biçimlendirilmiştir. Günümüzde Anglosakson kültürüne bağlı toplumlarda ve Avrupa Birliği fikrini savunan çevrelerde olumsuz bir anlam yüklenmiştir.[kaynak belirtilmeli]

Milliyetçilik konusunda Benedict Anderson, Ernest Gellner, Eric Hobsbawm, Elie Kedourie gibi karşıtların yanı sıra, Anthony Smith' Nev Nikolayeviç Gumilev gibi tarafsız yazarların teorik çalışmaları olmakla birlikte konu henüz teorik bir temele kavuşturulamamıştır. Bu çalışmalarda yurtseverlik, militarizm, şovenizm, etnik aidiyet, dilsel aidiyet, ulusalcılık, irredentizm, faşizm, militancılık, dinselcilik, otoriterlik, ırkçılık, antiemperyalizm, asabiyet, kurgusal cemaatler, tarihsel kimlik, kahramanlık, maneviyat, atalar kültü, sadakat, egemenlik, ortak irade, vatan, romantizm, kamusallık, kültürellik kavramları açıklanmaktadır.

Kökenbilim:

 

"Millet" sözcüğü aslen Arapça olup (Ar: ملة), "din veya mezhep; bir din veya mezhebe bağlı olan cemaat" anlamındadır. Osmanlı Türkçesinde 20. yüzyıl başlarına kadar bu anlamda kullanılmıştır. 19. yüzyıl ortalarından itibaren aynı sözcük Fransızca/İngilizce nation kavramına karşılık olarak kulanılmıştır. Moğolca'dan alınan "ulus" sözcüğü, 1932 yılında aynı kavramın Yeni Türkçesi olarak benimsenmiştir.

Latince kökenli olan "nation", kök anlamı itibariyle "aynı atadan gelenler topluluğu" demektir. Dolayısıyla esasen Türkçe kavim veya aşiret karşılığıdır. Moğolca ulus ise siyasi amaçla bir araya gelmiş olan boylar konfederasyonunu ifade eder (ayrıca kâdim Türkçedeki budun[1] kelimesi de aynı anlamı verir).

Sözcüğün evriminden kolayca görüleceği gibi, ulusun objektif temelini tanımlamak son derece güçtür. Bazı uluslar kendini dil veya din temelinde tanımlarken, diğerleri ortak bir siyasi geçmişi veya siyasi ideali ulusal birliğin temeli olarak kabul etmektedir. İsviçre’de dört ayrı dil konuşulmasına rağmen yüzyıllardan beri paylaşılan ortak tarih güçlü bir ulusal duyguyu ayakta tutabilmiştir. Amerikan ulusu farklı kökenlerden gelen göçmenlerin ortak bir siyasi yapıda bir araya gelmesinden oluşur. Yahudi ulusunun tanımlayıcı ögesi dindir. Yunan ulusçuluğu, dil, din ve köken ortaklığını vurgular.

Kökenbilim, etnoloji teriminden gelmekte olması itibariyle, aynı ırk (ethnos) sahip olma temeline dayanmaktadır. Fakat, imparatorluklar ve kültürel yayılımlarla, etnik köken önemini ulusal ve milli kimliklere bırakmıştır. Genetik açıdan, etnik kökenleri araştırmak, nüfus içerisinde belirli genetik işaretçilerin ölçülmesi ile mümkün olmaktadır.

Tarihçe:

Modern milliyetçi düşünce 1789-1799 Fransız Devrimi'nin fikirlerinden doğmuştur. Avrupa tarihindeki ilk milliyetçi hareketlere, Napoleon istilası (1804-1815) altındaki Almanya'da rastlanır. Aynı yıllarda, Rus işgalindeki Polonya'da güçlü bir milliyetçi akım doğdu. 1821'de Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanan Yunanistan, Avrupa'nın milliyetçi çevrelerinde çok heyecanlı destek buldu. 1848'de Avusturya İmparatorluğu'na karşı ayaklanan Macarlar, daha sonra Çekler ve Sırplar, milliyetçilik akımını Orta Avrupa'ya taşıdılar. 1860-1870 yılları arasında gerçekleşen İtalya birliği, devrimci milliyetçiliğin en büyük zaferlerinden biri olarak algılandı. 1870'lerde Rusya'da doğan Pan-Slavizm akımı, yayılmacı milliyetçiliğin ilk örneklerinden biri idi.

Milliyetçiliğe yol açan en önemli etken, daha önce hükümdar ve sülale zemininde tanımlanan siyasi aidiyet duygusunu, hükümdardan bağımsız olarak, "halk"a maletme gereğiydi. Siyasi aidiyet ve itaat, "halk"ın ortak iradesine dayandırılmalıydı. Bu nedenle 19. yüzyılda milliyetçilik, radikal, devrimci, anti-monarşist, yerleşik düzene zıt bir siyasi düşünce olarak değerlendirildi.

"Halk"ı tanımlamanın güçlüğü, milliyetçi düşünürleri —bazen olguları ve mantığı zorlama pahasına— olağanüstü duygusal anlamlar yüklemeye sevketti. Örneğin (ayrı lehçeler konuşan) Sicilyalılar veya Venedikliler ayrı bir ulus mu, yoksa İtalyan ulusunun parçası mıydı? Avusturya ulusu var mıydı? Makedonlar ayrı bir ulus mu, Bulgar mı, yoksa Güney Slavların bir boyu muydu? Bu konularda farklı görüşleri savunanlar, benimsedikleri ulusa hayali bir tarih ve hayali kökenler atfederek, onun ezelden beri "doğal olarak" varolduğunu kanıtlamaya çalıştılar. Farklı lehçeler konuşan toplumlarda, ortak bir ulusal dil oluşturmaya büyük önem verildi.

Pek çok ülkede toplumlar zıt milliyetçi idealler ekseninde karşı karşıya gelmiştir. Örneğin Güney Slavların dil birliğini temel alan Yugoslav milliyetçiliği ile din ve ortak tarih birliğini temel alan Sırp ve Hırvat milliyetçilikleri çatışmıştır. İrlanda'da Protestanlar Britanya ulusuna aidiyeti vurgularken, Katolikler ortak kökeni varsayan (Protestanları da içeren) İrlandalılığı öne çıkarmışlardır.

Farklı dil ve dinlerden toplumların yanyana yaşadığı bölgelerde, ulus yaratma çabaları, çoğunluktan farklı alt-uluslar veya azınlıklar sorunuyla karşı karşıya geldi. Siyasi egemenlik eğer ulusa dayandırılacaksa, o ulusa ait olmayan unsurların ya vatandaşlık haklarından mahrum edilmesi, ya asimile edilmesi, ya da ülke dışına sürülmesi veya yokedilmesi gerekiyordu. 20. yüzyılda ulus kurma çabaları bu nedenle insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden bazılarına yol açtılar. Binlerce yıldan beri yanyana ve içiçe yaşamış toplumlar, ulusal kurtuluş adına sürgün ve katliamlarla tanıştılar. 1920-30'larda İtalyan Faşizm'i ve Alman Nazizm'i, 20. yüzyıl milliyetçiliğinin en tipik örnekleri olarak dünyanın hafızasında yer edindiler.

Milliyetçilik, düşünceden düşünceye değişebilir. Bazı milliyetçi akımlar ırkçıdır, fakat bazıları değildir. Sosyalizm'in içinde bile milliyetçiliğin olduğu söylenebilir. Örneğin Nasyonal Sosyalizm ve Sosyalist Milliyetçilik, milliyetçiliğin ve sosyalizm'in karma olduğu ideolojilerdir. Irksal milliyetçilik ve hiç bir ırk gözetmeksizin yapılan milliyetçi akımlar da vardır. Çoğu milliyetçi olan politikacı ve düşünüre göre, milliyetçilik ve diğer milliyetçi ideolojiler asla yok olmayacak ve olamayacaktır.

 

Milliyetçi ideolojiler, kavramlar ve düşünceler:

Muhavazakarlık


Muhafazakârlık, var olan durumu koruma amacını güden düşünce tarzı. Toplumun değişmesine karşı direnç gösteren, toplumsal-kültürel değerlerin korunmasını savunan sağ kanat siyasi
ideoloji.

Muhafazakârlığın değişime karşı direniş olarak tanımlanması, özellikle değişim isteyen sol ideolojiler tarafından eleştirilir. Muhafazakârlık bir sağ ideolojidir. Muhafazakârlığın var olan kazanımları ve değerleri korumak şeklinde bir yanı da vardır. Bu açıdan bakıldığında, herkes, solcular dahil, istedikleri toplumsal düzen gerçekleştiğinde muhafazakârlaşabilirler. Nitekim Sovyetler Birliği'ndeki solcu rejime karşı olanlar (örneğin Troçkistler) bu rejimi muhafazakârlaşmakla suçladılar.

Muhafazakârlık taraftarları, toplumların zamanla geçirdikleri evrim sonucu bir tür "bilgelik" biriktirdiğini, bu bilgeliğin toplum düzeninde, kültürde kendisini açığa vurduğunu, özenle korunması gerektiğini savunurlar. Bu nedenle, muhafazakârlık, bir anda büyük değişiklikler yapmayı hedefleyen devrimciliğin karşıtıdır.

Muhafazakârlık değişime tümüyle karşı değildir. Sadece devrimsel değişimlere, topyekün toplum planlarına karşıdır. Radikal, "seçkin" bir grup entellektüelin bir araya gelerek toplum düzenini bir anda değiştirecek devasa planlarını uygulamaya koymaları, muhafazakârlığa aykırıdır. Bu açıdan, muhafazakârlık çoğunluk yanlısıdır ve demokratik bir toplumun temel ideolojilerinden biri olduğu savunulur.

Muhafazakârlık, akla şüpheyle yaklaşır. Kendi aklının sesini dinleyerek başka insanların hayatları üzerinde kalıcı bir etki yaratmaya çalışan düşünürleri eleştirir. Muhafazakârlara göre akıl farklı sonuçlara varabilmektedir ve bir bireyin toplum üzerinde keyfi değişiklikler yaratma isteklerine araç olmamalıdır. Toplum düzeni asırların deneyimlerinin süzülerek gelen bir evrimleşme sonucu oluşmalıdır. Muhafazakârlık aklın siyasi sorunlar karşısında kullanımına karşı değildir, fakat toplumun tümünü etkileyecek planların, çoğunluğun isteğine aykırı olmalarına karşın akılcılık (rasyonalizm) kullanılarak meşrulaştırılmasına karşıdır.

Muhafazakârlığı sistemli bir düşünce olarak ilk savunan kişi, İngiliz filozof Edmund Burke olmuştur. Burke, Fransız Devrimi zamanında yaşamış, devrime karşıt bir düşünürdü. O sırada İngiliz devlet adamları arasında Fransız Devrimi'nin İngiltere'ye yayılacağı endişesi yaygındı. Burke, devrimsel mücadeleye karşı sistemli bir ideoloji oluşturarak, fikirsel alanda Fransız Devrimi'ne karşı bir mücadele başlattı.

Muhafazakârlık İngiltere ve ABD gibi sanayileşmiş demokratik toplumlarda yayıldığı gibi, Osmanlı İmparatorluğu, Çin İmparatorluğu gibi gelenekçi ülkelerde de siyasi iktidarları etkiledi.

bu konuda Türkiye'de yapılmış akademik çalışmalrdan biri; yazar Üzeyir Tekin: Eser adı; Ak Parti'ninin Muhafazakar ve Demokrat Kimliği çalışmasına bkz.

2010 vize soruları:
>
Liberalim ve Muhafazakarlığın toplum-birey temelinde karşılaştırınız?
>
E. Burke'nin ideolojik yaklaşımını Fransız Devrimini gözönünde bulundurarak tartışınız?
>
Liberalizm-Demokrasi ilişkisini Tartışınız?
>
İdeolojinin tanımını yaparak Gramsci ve Alhuser'in ideolojiye yaklaşımlarını ana hatlarıyla belirtiniz?
>
X ülkesinin başbakanı bir konuşmasında ailelere en az üç çocuk yapmaları gerektiğini söylemektedir. Aynı başbakan başka bir konuşmasında sevgilisi tarafından başı kesilerek öldürülen biz kız için ailelere seslenerek, " Çocuklarını başı boş bırakırsanız ya davulcuya ya zuracıya" demiş ve ailerin sorumluluğunu hatırlatmıştır. Söylemlerinden yola Çıkarak X ülkerinin başbakanının görüşlerini tartışınız.







 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol